12 Mart 2019 Salı

Menderes döneminde Ulaştırma Bakanlığı yapan Demirer'in oğlu: Menderes'in uçağının düşmesi bizim tedbirsizliğimizden oldu...

Menderes döneminde Ulaştırma Bakanlığı yapan Demirer'in oğlu: Menderes'in uçağının düşmesi bizim tedbirsizliğimizden oldu...
Başbakan Merhum Adnan Menderes'in İngiltere'nin başkenti Londra yakınlarında geçirdiği ve sağ kurtulduğu uçak kazasının üzerinden 60 yıl geçti. Menderes döneminde Ulaştırma Bakanlığı yapan Arif Demirer'in oğlu Mehmet Arif Demirer, 'Keşke Paris'te o yanlış kararı almasalardı veya o yöreyi, coğrafyayı bilen bir pilot uçağa alınsaydı. Uçak kazası, bizim tedbirsizliğimizden oldu' dedi.

Menderes'in Kıbrıs sorununu çözmek amacıyla bir anlaşma yapmak üzere 17 Şubat 1959'da İngiltere'ye gitmek için bindiği uçak, yoğun sis nedeniyle kaza geçirmiş, aralarında bakanların da bulunduğu 14 kişi hayatını kaybetmiş, 7 kişi yaralanmıştı. Merhum Menderes'in sağ kurtulduğu uçak kazasının üzerinden 60 yıl geçti.
Menderes dönemi Ulaştırma Bakanı Arif Demirer'in oğlu Mehmet Arif Demirer, kazanın ardından yaşananları AA muhabirine anlattı.
Kazanın yaşandığı yıl Cambridge'de öğrenci olduğunu aktaran Demirer, o gün arkadaşı Selahattin Beyazıt ile uçağın ineceği Gatwick Havalimanına gitmek üzere büyükelçiliğe gittiklerini söyledi.
Siyah birer takım elbise giydiklerini anlatan Demirer, heyetin Gatwcik Havalimanından trenle Victoria Station'a geleceğini öğrenmeleri üzerine tren istasyonuna gittiklerini kaydetti.
Victoria Station'da bir süre beklediklerini dile getiren Demirer şöyle devam etti:

"İngiliz gizli servisinden bir sivil polis geldi. Bizi siyah kostümlü görünce dedi ki; 'Siz herhalde Türkiye'nin gizli servisindensiniz. Maalesef uçak düştü, trenle gelmiyor. Dorking'e gidin, büyükelçiye de siz haber verin'. Düşünün ki babanızın içinde olduğu uçağın düştüğünü öğreniyorsunuz. Gittik, büyükelçiye söyledik, arabaya bindik. Normalde 40 dakikada gidebileceğimiz yeri, yoğun sis nedeniyle 4 saatte gidebildik. Dorking'e geldik, akşam hava kararmak üzere. Ormanın içi, uçağı görüyorsunuz. Parçalanmış, kuyruk kopmuş. Menderes, babam, Emin Kalafat, Rıfat Kadızade yan yana oturuyorlarmış. O uçaklarda dörtlü masa vardı. Kuyruk kopunca o boşta kalmış. Uçak, ağaçlara takılı biraz yüksekte, atlayarak kurtulmuşlar. Babam atlarken hem burnu kırılmış hem kolu felçli. Menderes'e hiçbir şey olmamış."
- UÇAK'TA VERİLEN YANLIŞ KARAR
Londra yolundayken Paris'te uçakta geçen konuşmaya işaret eden Demirer, "'Londra çok sisli, risk almayalım. Paris'te inelim trenle gidelim.' deniyor. Uçakta babam var. Babam, eski Ulaştırma Bakanı ve Türk Hava Yolları'nı kuran kişi. Uçakları da satın alan bakan. Uçaklar da o dönemin en modern uçakları. İngilizler de Avrupa seferlerinde aynı uçakları kullanıyor. 'Uçaklarımız çok iyi. Pilotlarımıza güvenimiz tam, biz gideriz.' düşüncesinde olanlar uçakta çoğunlukta. Gatwick'e gitmeye karar veriliyor." diye konuştu.
Demirer, "Paris-Gatwick çizgisi güney-batı, kuzey-doğu çizgisi üzerinde, uçak Gatwick'in kuzey batısında Dorking'de düşüyor. Pilot, aynı çizgi üzerinde Gatwick'i sisten dolayı görmüyor, es geçiyor. Oradaki pilotaj hatası.... Alçalmaya devam ediyor. Uçakta ILS sistemi yok. Onun için Gatwick'e iniş yapıyorum derken, Dorking'de 7-8 kat bina yüksekliğindeki ağaçlara takılıyor." bilgisini paylaştı.
Babasını kan revan içinde bir ağaca dayanmış yerde otururken bulduklarını ve yerel bir hastaneye götürdüklerini aktaran Demirer, orman içinde cesetleri de gördüklerini dile getirdi.
Paris'teki o görüşmede daha sağlıklı bir karar alınsaydı, trenle rahat bir şekilde gelinebileceğine dikkati çeken Demirer, "Keşke Paris'te o yanlış kararı almasalardı veya o yöreyi, coğrafyayı bilen bir pilot uçağa alınsaydı. Uçak kazası, bizim tedbirsizliğimizden oldu. Hiçbir şekilde sabotaj ihtimali üzerinde durulmasın, öyle bir şey söz konusu değildi. Türkiye, öyle bir Türkiye değildi." ifadelerini kullandı.
Demirer, "Anlaşma 19 Şubat'ta imzalanacaktı. 17'sinde Paris'te uçaktan inselerdi, en geç 18'inde öğle saatlerinde Londra'ya varmış olacaklardı. Bütün bunlar da yaşanmamış olacaktı." dedi.
- MENDERES, MAKARİOS'U KABUL ETMEDİ
Menderes'in Londra Klinik'te tedavi gördüğünü belirten Demirer, daha sonra babası Arif Demirer'in de aynı hastaneye getirildiğini söyledi.
Menderes'in Londra Klinik'te gözetim altında tutulduğu hasta yatağında Londra Antlaşması'nı imzaladığını hatırlatan Demirer, "Babamın olduğu katla, Menderes'in olduğu kat arasında bir kat vardı. Tercüme işlerine yardımcı olmak için iki kat arasında koşturuyorduk. Makarios, Menderes'i ziyarete geldi. Menderes, 'Ben katil, papazla konuşmam' dedi ve kabul etmedi. Tam o sırada Menderes'in kapısından geri dönerken, Papaz'ı gördüm. Yüzünü de gördüm. Üç sene sonra Makarios'u Cambridge'in bir heyeti olarak ziyaret ettik. 'Sizi, London Clinic'ten hatırlıyorum' dedim. Hiç bozuntuya vermedi ama belli ki o gün orada çok mahcup bir duruma düşmüştü." diye konuştu.
- MENDERES SAYESİNDE KRALİÇE'NİN DOKTORU, BABASININ KOLUNU KURTARDI
Kazada yaralanan babasının sol kolunun felç olduğunu ve kolun kesilmesi gerektiğini öğrendiklerini kaydeden Demirer, "Menderes, Türkiye'ye dönecek, babama vedaya geldi. Birkaç gün sonra da babamın kolu kesilecek. İkisi başladılar ağlamaya... Şaşırdım, ben 19 yaşındayım, iki tane kocaman adam ağlıyor. 'Allah'tan ümidini kesme Arifciğim, Allah'a dua et' dedi ve gitti." ifadelerini kullandı.
Demirer, Prof. Dr. Güngör Çakırgil'in, babasının kaldığı odayı arayarak, "Beni, Türkiye Başbakanı Adnan Menderes gönderdi. Babanızın koluna bakacağım." dediğini anlattı.
Röntgenleri detaylı bir şekilde inceleyen Çakırgil'in, "bu kol ameliyat olmaz" diyen İngiliz ortopedisti çağırarak, "Bu kol ameliyat olur. Sir Reginald Watson-Jones bu kolu ameliyat eder." dediğini aktaran Demirer, şöyle devam etti:
"Adam gayet küstah bir hava içerisinde 'Sir Reginald Watson-Jones, Kraliçe'nin doktorudur. Buralara gelmez' dedi. Çakırgil, 'Siz, benim adımı verin' dedi. Buckingham Palace'ı aradılar. Adam çıktı telefona. Meğer, adamın bir kitabı çıkmış, Güngör Çakırgil, Amerika'da öğrenciyken kitapta bir hata bulmuş. Yazışmışlar. Yazışarak, arkadaş olmuşlar. Adam geldi, babamın röntgenlerine baktı. 6 saat süren ameliyatı yaptı. Babam 95 yılına kadar yaşadı. Sol kolunu da rahatça kullandı. Menderes, Cumhurbaşkanının Tıp Danışmanı Dr. Recai Ergüder'i görmüş, 'Arif'in kolunu kesecekler, tanıdığın bir ortopedist varsa derhal Londra'ya gönder' demiş. O hengamede, develer kesiliyor, İnönü gidiyor karşılıyor, heyecan içinde tüm Türkiye, O, Arif'in kolunu düşünüyor. İdam edilen Menderes de böylesine bir insandı."

Mehmet Arif DEMİRER: "Tarihi itirafı yıllar sonra yaptı: Adnan Menderes'in uçağı bizim yüzümüzden düştü"


Tarihi itirafı yıllar sonra yaptı: Adnan Menderes'in uçağı bizim yüzümüzden düştü... 
Merhum Başbakan Adnan Menderes döneminde Ulaştırma Bakanlığı yapan Arif Demirer'in oğlu Mehmet Arif Demirer, Menderes'in 60 yıl önce geçirdiği uçak kazasıyla ilgili tarihi bir itirafta bulundu. Demirer, 'Keşke Paris'te o yanlış kararı almasalardı veya o yöreyi, coğrafyayı bilen bir pilot uçağa alınsaydı. Uçak kazası, bizim tedbirsizliğimizden oldu' dedi. 16 Şubat 2019 Cumartesi 18:16

Başbakan Merhum Adnan Menderes'in İngiltere'nin başkenti Londra yakınlarında geçirdiği ve sağ kurtulduğu uçak kazasının üzerinden 60 yıl geçti. Menderes döneminde Ulaştırma Bakanlığı yapan Arif Demirer'in oğlu Mehmet Arif Demirer, 'Keşke Paris'te o yanlış kararı almasalardı veya o yöreyi, coğrafyayı bilen bir pilot uçağa alınsaydı. Uçak kazası, bizim tedbirsizliğimizden oldu' dedi.

Menderes'in Kıbrıs sorununu çözmek amacıyla bir anlaşma yapmak üzere 17 Şubat 1959'da İngiltere'ye gitmek için bindiği uçak, yoğun sis nedeniyle kaza geçirmiş, aralarında bakanların da bulunduğu 14 kişi hayatını kaybetmiş, 7 kişi yaralanmıştı. Merhum Menderes'in sağ kurtulduğu uçak kazasının üzerinden 60 yıl geçti.

Menderes dönemi Ulaştırma Bakanı Arif Demirer'in oğlu Mehmet Arif Demirer, kazanın ardından yaşananları AA muhabirine anlattı.

Kazanın yaşandığı yıl Cambridge'de öğrenci olduğunu aktaran Demirer, o gün arkadaşı Selahattin Beyazıt ile uçağın ineceği Gatwick Havalimanına gitmek üzere büyükelçiliğe gittiklerini söyledi.

Siyah birer takım elbise giydiklerini anlatan Demirer, heyetin Gatwcik Havalimanından trenle Victoria Station'a geleceğini öğrenmeleri üzerine tren istasyonuna gittiklerini kaydetti.

Victoria Station'da bir süre beklediklerini dile getiren Demirer şöyle devam etti: "İngiliz gizli servisinden bir sivil polis geldi. Bizi siyah kostümlü görünce dedi ki; 'Siz herhalde Türkiye'nin gizli servisindensiniz. Maalesef uçak düştü, trenle gelmiyor. Dorking'e gidin, büyükelçiye de siz haber verin'. Düşünün ki babanızın içinde olduğu uçağın düştüğünü öğreniyorsunuz. Gittik, büyükelçiye söyledik, arabaya bindik. Normalde 40 dakikada gidebileceğimiz yeri, yoğun sis nedeniyle 4 saatte gidebildik. Dorking'e geldik, akşam hava kararmak üzere. Ormanın içi, uçağı görüyorsunuz. Parçalanmış, kuyruk kopmuş. Menderes, babam, Emin Kalafat, Rıfat Kadızade yan yana oturuyorlarmış. O uçaklarda dörtlü masa vardı. Kuyruk kopunca o boşta kalmış. Uçak, ağaçlara takılı biraz yüksekte, atlayarak kurtulmuşlar. Babam atlarken hem burnu kırılmış hem kolu felçli. Menderes'e hiçbir şey olmamış."
Uçakta verilen yanlış karar
Londra yolundayken Paris'te uçakta geçen konuşmaya işaret eden Demirer, "'Londra çok sisli, risk almayalım. Paris'te inelim trenle gidelim.' deniyor. Uçakta babam var. Babam, eski Ulaştırma Bakanı ve Türk Hava Yolları'nı kuran kişi. Uçakları da satın alan bakan. Uçaklar da o dönemin en modern uçakları. İngilizler de Avrupa seferlerinde aynı uçakları kullanıyor. 'Uçaklarımız çok iyi. Pilotlarımıza güvenimiz tam, biz gideriz.' düşüncesinde olanlar uçakta çoğunlukta. Gatwick'e gitmeye karar veriliyor." diye konuştu.

Demirer, "Paris-Gatwick çizgisi güney-batı, kuzey-doğu çizgisi üzerinde, uçak Gatwick'in kuzey batısında Dorking'de düşüyor. Pilot, aynı çizgi üzerinde Gatwick'i sisten dolayı görmüyor, es geçiyor. Oradaki pilotaj hatası.... Alçalmaya devam ediyor. Uçakta ILS sistemi yok. Onun için Gatwick'e iniş yapıyorum derken, Dorking'de 7-8 kat bina yüksekliğindeki ağaçlara takılıyor." bilgisini paylaştı.

Babasını kan revan içinde bir ağaca dayanmış yerde otururken bulduklarını ve yerel bir hastaneye götürdüklerini aktaran Demirer, orman içinde cesetleri de gördüklerini dile getirdi.

Paris'teki o görüşmede daha sağlıklı bir karar alınsaydı, trenle rahat bir şekilde gelinebileceğine dikkati çeken Demirer, "Keşke Paris'te o yanlış kararı almasalardı veya o yöreyi, coğrafyayı bilen bir pilot uçağa alınsaydı. Uçak kazası, bizim tedbirsizliğimizden oldu. Hiçbir şekilde sabotaj ihtimali üzerinde durulmasın, öyle bir şey söz konusu değildi. Türkiye, öyle bir Türkiye değildi." ifadelerini kullandı.

Demirer, "Anlaşma 19 Şubat'ta imzalanacaktı. 17'sinde Paris'te uçaktan inselerdi, en geç 18'inde öğle saatlerinde Londra'ya varmış olacaklardı. Bütün bunlar da yaşanmamış olacaktı." dedi.
Menderes, Makarios'u kabul etmedi

Menderes'in Londra Klinik'te tedavi gördüğünü belirten Demirer, daha sonra babası Arif Demirer'in de aynı hastaneye getirildiğini söyledi.

Menderes'in Londra Klinik'te gözetim altında tutulduğu hasta yatağında Londra Antlaşması'nı imzaladığını hatırlatan Demirer, "Babamın olduğu katla, Menderes'in olduğu kat arasında bir kat vardı. Tercüme işlerine yardımcı olmak için iki kat arasında koşturuyorduk. Makarios, Menderes'i ziyarete geldi. Menderes, 'Ben katil, papazla konuşmam' dedi ve kabul etmedi. Tam o sırada Menderes'in kapısından geri dönerken, Papaz'ı gördüm. Yüzünü de gördüm. Üç sene sonra Makarios'u Cambridge'in bir heyeti olarak ziyaret ettik. 'Sizi, London Clinic'ten hatırlıyorum' dedim. Hiç bozuntuya vermedi ama belli ki o gün orada çok mahcup bir duruma düşmüştü." diye konuştu.

Kazada yaralanan babasının sol kolunun felç olduğunu ve kolun kesilmesi gerektiğini öğrendiklerini kaydeden Demirer, "Menderes, Türkiye'ye dönecek, babama vedaya geldi. Birkaç gün sonra da babamın kolu kesilecek. İkisi başladılar ağlamaya... Şaşırdım, ben 19 yaşındayım, iki tane kocaman adam ağlıyor. 'Allah'tan ümidini kesme Arifciğim, Allah'a dua et' dedi ve gitti." ifadelerini kullandı.

Demirer, Prof. Dr. Güngör Çakırgil'in, babasının kaldığı odayı arayarak,"Beni, Türkiye Başbakanı Adnan Menderes gönderdi. Babanızın koluna bakacağım." dediğini anlattı.
"İdam edilen Menderes de böylesine bir insandı"
Röntgenleri detaylı bir şekilde inceleyen Çakırgil'in, "bu kol ameliyat olmaz" diyen İngiliz ortopedisti çağırarak, "Bu kol ameliyat olur. Sir Reginald Watson-Jones bu kolu ameliyat eder." dediğini aktaran Demirer, şöyle devam etti: "Adam gayet küstah bir hava içerisinde 'Sir Reginald Watson-Jones, Kraliçe'nin doktorudur. Buralara gelmez' dedi. Çakırgil, 'Siz, benim adımı verin' dedi. Buckingham Palace'ı aradılar. Adam çıktı telefona. Meğer, adamın bir kitabı çıkmış, Güngör Çakırgil, Amerika'da öğrenciyken kitapta bir hata bulmuş. Yazışmışlar. Yazışarak, arkadaş olmuşlar. Adam geldi, babamın röntgenlerine baktı. 6 saat süren ameliyatı yaptı. Babam 95 yılına kadar yaşadı. Sol kolunu da rahatça kullandı. Menderes, Cumhurbaşkanının Tıp Danışmanı Dr. Recai Ergüder'i görmüş, 'Arif'in kolunu kesecekler, tanıdığın bir ortopedist varsa derhal Londra'ya gönder' demiş. O hengamede, develer kesiliyor, İnönü gidiyor karşılıyor, heyecan içinde tüm Türkiye, O, Arif'in kolunu düşünüyor. İdam edilen Menderes de böylesine bir insandı."

30 Kasım 2018 Cuma

6-7 EYLÜL 1955 İSTANBUL OLAYLARI VE DÜŞÜNÜR MEHMET ARİF DEMİRER’İN “BİR KANAAT ÖNDERİ OLARAK” DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ ("Hüsnü MERDANOĞLU Atatürkçü Düşünür Kemalist Yazar"



6-7 EYLÜL 1955 İSTANBUL OLAYLARI VE DÜŞÜNÜR MEHMET ARİF DEMİRER’İN BİR KANAAT ÖNDERİ OLARAK DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ...
Hüsnü MERDANOĞLU
Atatürkçü Düşünür Kemalist Yazar

Sayın Mehmet Arif Demirer, 28 Kasım 2018 Çarşamba günü, Ankara’da bir gurup yurttaşlarla bir araya gelerek, “6-7 Eylül 1955 İstanbul Olayları” konulu bir konferans verdi. İlerlemiş yaşına, sağlığı nedeniyle yürüme zorluğu çekmesine rağmen, konuşması çok akıcı, heyecan verici ve öğretici idi. O konuştukça katılımcılar, “tamamı belgelerle açıklanan ve ömürlerinde ilk defa duydukları tarihi gerçekler karşısında” şaşkınlıklarını gizleyemediler.
GENEL OLARAK OLAYLA İLE İLGİLİ YORUMLARI ŞÖYLE ÖZETLEMEK MÜMKÜN:
5 Eylül 1955 gecesi Selanik’teki Atatürk Müzesi yakınında bomba patlatılmış; Ertesi gün, Yazı İşleri Müdürü Gülşin Sipahioğlu olan İstanbul Ekspres gazetesinin 16.00'da ikinci baskısı yayınlatılarak ve iri puntolarla "ATAMIZIN EVİ BOMBA İLE HASARA UĞRADI" haberini yaymıştır. Bu haber halk üzerinde şok etkisi yapmış ve vahim olayların körüklenmesine neden olmuştur. Kısa sürede patlak veren olaylar esnasında, başta Rum kökenli yurttaşlarımızın olmak üzere azınlıkların ev ve işyerlerine saldırılar düzenlenmiş, üstelik bu saldırılar, ayni günlerde İstanbul pek çok uluslararası kongreye ev sahipliği yaptığı bir için İstanbul’da bulunan çok sayıda yerli ve yabancı gazetecilerin gözleri önünde olmuştur.
Sayın Mehmet Arif Demirer’in belgelere dayalı olarak açıkladığı gibi; “kalkışmayı düzenleyen menfur çevrelerce” ülkemizde azınlıklara kıyım yapıldığı imajı verilmek istenmiştir. Dahası bu, insanlık, hukuk ve ahlâk dışı çirkin olayların gerisinde hükümetin ve hükümetin yönlendirdiği (o dönemde adı MAH olan) istihbarat kuruluşunun olduğu söylemi, çok art niyetli ve kasıtlı bir provakasyon biçimde yaygınlaştırılmıştır.
Her daim dikkatle araştıran, araştırmalarının sonucunu gazete, dergi ve kitaplara aktarıp kamuoyu ile özenle ve önemle paylaşan, böylece “aydın” olma yükümlüğünü tam bir onur, bilimsel, disiplin, dürüstlük ve sorumlulukla yerine getirerek, çevresini aydınlatan, Araştırmacı-Yazar Mehmet Arif Demirer’in tespitleri ve açıklamaları kısaca şöyle olmuştur:
-6 Eylül gecesi, bir hafta önce (o tarihte İstanbul’da toplanan uluslararası kongreler, yoğun görüşme trafiği ve saygınlık ağırlıklı etkinlikler nedeniyle) Valiliğin yazılı emri ile alarma geçirilen, Birinci Ordu Komutanlığından saat 20.00’de İstanbul’un belirlenmiş adreslerinde konuşlandırılmış olmaları istenen on dokuz tabur asker dört saat gecikme ile 24.00’de gelmiş ve hükümetin ilan ettiği sıkıyönetimle durumu kontrol altına alamamıştır.
- Öncelikle olayı doğru olarak ortaya koyabilmek için 6-7 Eylül olayları tarzında “iki gün sürmüş gibi” ifade edilmesi abartıdır, yalan ve iftiradır. Çünkü olay sadece 6 Eylül 1955 günü gerçekleşmiştir. 7 Eylül günü kayda değer hiç bir olay yaşanmamıştır.
- Sonrasında da olaylar, art niyetli oldukları zaman içinde kanıtlanan bir takım kasıtlı çevrelerce sürekli abartılmıştır. Örneğini, bir gazeteci Mümtaz Türköne, (Zaman gazetesinde) bu olayların “iki gün, iki gece” sürdüğünü yazabilmiştir.
Ayrıca; Olayların yaşandığı tarihte, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan ve aynı dönemde oğlu (Dr. Orhan Köprülü) Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı olarak görev yapan, üstelik Demokrat Parti’nin dört kurucusundan biri olan Ord. Prof. Fuat Köprülü’nün açıklamaları ile olaya Yassı Ada davaları arasına taşınmıştır.
Adı geçen Fuat Köprülü 27 Mayıs 1960 darbesinden 9 gün sonra: “Hadiseler, Fatin Rüştü ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir” biçimi yalan, yanlış ve iftira niteliği taşıyan talihsizya da art niyetli ve kasıtlı açıklamasını yapabilmiştir.
-Özellikle bu yalan-yanlış ve maksatlı beyanlar esas alınarak, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Başvekil Adnan Menderesaltışar yıl Ağır Hapis cezasına çarptırılmışlardır.
Gerçek durum bu iken, 6 Eylül 1955 olayının geresindeki amaç nedir sorusunun yanıtlanması gerekir.
Sovyet (SSC) öncesi Rusya’da hükümetin emriyle güvenlik güçlerinin Yahudi azınlıklara karşı giriştikleri acımasız kitlesel katliamların açıklanması/tanımlanması için kullanılan ve uluslararasısöylemlere geçen “Progrom” olarak isimlendirilen girişimlerin benzerinin Türkiye’de Rumlara karşı yapıldığı yönünde dünya kamuoyunda Türkiye’yi suçlamaya yönelik bir eylem olduğu anlaşılmaktadır.
Hiçbir hükümet kendi ülkesini, dünya kamuoyu önünde suçlu duruma düşürmeyeceği için, bu olayın Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin yönetimve kontrolü altında faaliyet gösteren birkurum tarafından gerçekleştirmiş olması mümkün değildir. Tamimiyle dış kaynaklı bir provokasyondur.
Atina radyosunun 10 Eylül 1955 günü; “İstanbul ve İzmir'deki olaylar; İngiliz diplomasi plânlarının ani biçimde patlak vermesinin ürünü değildir; bizzat İngiliz diplomasisinin planladığı ve başarmaya çalıştığı bir provokasyondur” içeriğinde yorum yapmış olması, minareyi çalanın kılıf arama arayışında olduğunu anımsatmaktadır.
Konferans sonunda; Anlattıklarının tamamını içeren kitapları kendisini dinlemeye gelenlere ücretsiz olarak dağıttı Sayın Mehmet Arif DEMİRER.. Bugüne kadar yazdığı onlarca kitaptan mevcutları bile dağıtmayı arzuluyordu aslında..
Sonunda; “Atatürk’ü sevmeyenlerden siyah leke ve biz.”, “Amerikalı arkadaşı Atatürk’ün Devrimlerini Anlatıyor.”, “Atatürk’ü vatan Toprağına Kavuşturmuştuk“ adlı 3 kitabı ile Kemalist Demokrat Türkiye dergisini, salonda hazır olan izleyici ve dinleyicilerine, günün anısına “hediye olarak” verdi.
Bunların içinde biri vardı ki; Bizzat kendisinin de genç bir İzci olarak katıldığı ve görevli sıfatıyla hazır bulunduğu “10 Kasım 1953 günü Atatürk’ü Vatan Toprağına Kavuşturmuştuk” adlı kitabını tanıtırken heyecandan elleri titriyor, “o tarihi günde yaşadığı anılar canlanıyor ve unutulmaz hatıralarını adeta yeniden yaşıyor gibi” heyecanlanıyor ve bu anıları tekrar yaşamanın sevinci, gurur ve mutluluğu ile kitabı bir o yana bir bu yana çeviriyordu.
Gördüğüm kadarıyla, Programın yöneticisi bile bu heyecandan etkilendi.
Zira konuşmaya başladığında yaşadığı sağlık sorununu anlatmıştı. Sonra konuyu aydınlattı. Meğer Mehmet Arif Demirer, 10 Kasım 1953 günü Atatürk’ün, Anıtkabir’de vatan toprağına defin töreni sırasında şahsen ve görevli olarak orada imiş. Beli ki bunca yıla rağmen etkileri hâlâ devam ediyor olmalı.

29 Kasım 2018 Perşembe

MERİTOKRASİ "MEHMET ARİF DEMİRER VE DEMOKRASİ" Alaeddin USTA (28 Kasım 2018, UYSAF Konferansı "İstanbul, 6-7 Eylül 1955 Olayları"

MERİTOKRASİ

"MEHMET ARİF DEMİRER VE DEMOKRASİ"
Alaeddin USTA
Her 15 günde bir UYSAF’ta yapılan toplantılarımızın bu haftaki konusu “6-7 Eylül 1955 Olayları” idi.
28.11.2018 Günü yapılacak olan toplantıda sunumu yapacak olan ise Mehmet Arif DEMİRER’di.
DEMİRER bize göre ilerlemiş yaşına rağmen, hatta sağlığı nedeniyle yürüme zorluğu çekmesine rağmen, konuşması tabir yerinde ise bülbül gibi idi.
O konuştukça kendi cehaletime kızdım,
Okuduklarıma yandım,
Eksikliğimi gördüm,
İlk kez duyduklarıma sevindim,
Derya olan bir hatibi dinlerken ne hissedilirse onların tamamını hissettim.
Anlattıklarının tamamını belgeledi Sayın DEMİRER,
Anlattıklarının tamamını içeren kitapları kendisini dinlemeye gelenlere ve hatta ücretsiz dağıttı Sayın DEMİRER,
Bugüne kadar yazdığı onlarca kitaptan mevcutları bile dağıtmayı arzuluyordu Sayın DEMİRER.
Sonunda;
Atatürk’ü sevmeyenlerden siyah leke ve biz,
Amerikalı arkadaşı Atatürk’ün Devrimlerini Anlatıyor,
Atatürk’ü vatan Toprağına Kavuşturmuştuk adlı 3 kitabı ile
Kemalist Demokrat Türkiye dergisini bizlere verdi.
Bunların içinde biri vardı ki “10 Kasım 1953 günü Atatürk’ü Vatan Toprağına Kavuşturmuştuk” adlı kitabını tanıtırken elleri titriyor, kitabı bir o yana bir bu yana çeviriyordu.
Programın yöneticisi olarak ben de heyecanlandım.
Zira konuşmaya başladığında yaşadığı sağlık sorununu anlatmıştı.
Sonra konuyu aydınlattı.
Meğer Sayın DEMİRER 10 Kasım 1953 günü Büyük Atatürk’ün Anıtkabir’e defin sırasında orada imiş.
Beli ki bunca yıla rağmen etkileri hâlâ devam ediyor.
Atatürk sevgisi bu olsa gerek.
Tabi Atatürk’ü sevenler için.
Sayın DEMİRER’in anlattığı özel anekdotlar sayesinde tüm arkadaşlarım şaşkınlıklarını ifade ederek, dilek ve temennilerde bulunarak,
Bir başka zamanda bu toplantının devam etmesine karar vererek sonuçlandı.
Hâlbuki Sayın DEMİRER süreyi bana sormuş, bir buçuk saat civarında deyince “zor” dercesine tavır takınmıştı.
Sonunda bir buçuk saati geçmiş olmamıza rağmen hızını alamamış ve bir toplantı daha önermiştir.
Sağ olun Sayın DEMİRER. Sağlıklı günler diliyorum. 30.11.2018. Alaeddin USTA. Ankara.meritokrasi11@gmail.com

12 Eylül 2018 Çarşamba

EMİN PAZARCI (HABER7COM, AKŞAM GAZETESİ) Yunan, Türkiye’yi teslim aldı. -"Evet, operasyondu o. Yunan Derin Devleti’nin son derece planlı bir şekilde hazırladığı bir operasyondu. Başarıyla da sonuçlandı, Türkiye hemen teslim oldu, hatta planlı bir şekilde teslim alındı. Bugün bile acılarını çekiyoruz o gönüllü ve aptalca teslimiyetin. 6-7 Eylül Olayları’ndan bahsediyorum…"

EMİN PAZARCI
Yunan, Türkiye’yi teslim aldı
HABER7COM
GİRİŞ: 07.09.2018 09:16
GÜNCELLEME: 10.09.2018 11:08

Evet, operasyondu o. Yunan Derin Devleti’nin son derece planlı bir şekilde hazırladığı bir operasyondu. Başarıyla da sonuçlandı, Türkiye hemen teslim oldu, hatta planlı bir şekilde teslim alındı. Bugün bile acılarını çekiyoruz o gönüllü ve aptalca teslimiyetin.

6-7 Eylül Olayları’ndan bahsediyorum…
Üstelik, teslimiyet halen devam ediyor. 6-7 Eylüldenildiğinde başımızı öne eğiyoruz. FETÖ’cü Zaman Gazetesi’nde Mümtazer Türköne ne yazmışsa, biz de onu söylüyoruz:

“İstanbul’da, Ermeni ve Yahudilerin dükkânları, evleri, okulları ve mabetleri tahrip edildi, yağmalandı. Savaş gibi bir yıkım yaşandı.”

Oysa, o olay Yunan Derin Devleti’nin arkasına batılı bazı güçleri de alarak, bize karşı çektiği bir operasyondu. İçeride de sağlam destekçileri vardı.
***
Aradan tam 63 yıl geçti…
Mehmet Arif Demirer ve rahmetli Mahmut Dikerdem gibi birkaç isim dışında olayın perde arkasını araştıran kimse çıkmadı. Üzerimize vurulan damgayı silmek için çaba göstermeden bugünlere geldik.

Bakın, o büyük operasyon neydi ve arkasında kimler vardı…
29 Ağustos-8 Eylül 1955’te, Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı Kıbrıs Konferansı toplanmıştı. Orada Lozan Barış Antlaşması’na dayanan Türk Tezi etkili olmuş, Yunan Heyeti panik halinde talimat almak için Atina’ya dönmüştü.

Lozan’da Türkiye, Kıbrıs Adası üzerindeki egemenliğini İngiltere’ye bırakmıştı. Belgenin altında Türkiye ve İngiltere’nin imzası vardı. Dolayısıyla, Yunanistan Kıbrıs konusunda taraf değildi. İngiltere, Kıbrıs üzerindeki haklarından kısmen veya tamamen vazgeçerse, Ada bize bırakılmalıydı.

Sıkışan Yunan Derin Devleti, hemen mesaiye başladı. 5 Eylül gecesi Selanik’teki Atatürk Müzesi’nde bir bomba patlattı. Doğal olarak Türkiye sert tepki gösterdi. Türk Heyet Başkanı Fatin Rüştü Zorlu, Londra’da Yunanistan’ı suçlayan bir açıklama yaptı. 6 Eylül’de de tepki olarak İstanbul’daki olaylar patladı. İlginçtir, 7 Eylül günü konferansta konuşan Yunan Dışişleri Bakanı, olayları duymamış gibi davrandı. Tek kelime bile etmedi. Çünkü, Türkiye operasyonun farkındaydı. Fatin Rüştü Zorlu, 7 Eylül akşamı Londra’da otelde bekleyen Yunan gazetecilere aynen şöyle dedi:

“Bütün bu işlerde failler ve suçlular sizsiniz.”
Yunanistan, o kargaşa arasında Türk Tezi’nin kabul görerek, Kıbrıs konusunda “taraf olmadığının” ilanını önledi ve Londra Konferansı, sonuç bildirisi bile yayımlamadan dağıldı.

İstanbul’daki 6 Eylül olayları ile baskı altına alınan Türkiye tezinde direnemedi ve operasyonun ilk ayağı başarıyla sonuçlandı.
***
Bu arada, eş zamanlı olarak “6 Eylül utancını Türkiye’nin üzerine yıkma operasyonu” yürütüldü…

Orada da Türk Basını ve Türk Yargısı kullanıldı.
Fatin Rüştü Zorlu’nun, İstanbul’daki 6 Eylül Olaylarında Yunanlıların parmağı olduğuna ilişkin sözleri görmezlikten gelindi. Sadece 9 Eylül tarihli Vatan Gazetesi’nde yer aldı.

Selanik’teki bomba olayı ise, özellikle Gökşin Sipahioğlu’nun Yazı İşleri Müdürü olduğu İstanbul Ekspres’in “ikinci baskısı” ile alabildiğine köpürtüldü ve kitleler tahrik edildi. İlginçtir, olaylar sırasında cüzi bir maaşla gazetecilik yapan Sipahioğlu, kısa süre sonra Fransa’da büyük bir haber ajansı olan Sıpa Press’in sahibi oldu!

6 Eylül’de sadece 4 saat süren olaylar, gazetelerde 2 gün sürmüş gibi verildi. Patrikhane ve Yunan Başkonsolosluğu çok sıkı korunmasına rağmen, oralara saldırıldığı haberleri yayımlandı.

Asıl ihanet, 1960 Darbecilerinin kurduğu Yassıada Mahkemesi’nden geldi. Menderes ve Zorlu’ya duyduğu kinle tutuşan Fuat Köprülü, Yunanistan ve Rumların iddialarını mahkemeye taşıdı. “Ata’nın Selanik’teki evini Menderes Bombalattı, 6-7 Eylül Olaylarını O düzenletti” ihbarında bulundu.

Yassıada Mahkemesi, bir hukuk skandalına imza atıp, 5 Ocak 1961’de, “6-7 Eylül Olaylarını T.C Dışişleri Bakanı ile T.C Başbakanının tertiplediğine” karar verdi. İhbarcı Fuat Köprülü de oğlu Orhan Köprülü, Devlet Başkanlığı kontenjanından Kurucu Meclis Üyeliğine atanarak ödüllendirildi. Hem de 27 Mayıs Darbesi sırasında DP İstanbul İl Başkanı olmasına rağmen!

6-7 Eylül ihanetinin hikâyesi budur işte.
Türkiye, kin ve düşmanlık, darbecilerin öç alma duyguları, menfaat, yabancılara yaranmak gibi sebeplerle Yunan Hançerini kendi bağrına sapladı. O ihanetin acılarını 63 yıldır millet olarak çekiyoruz biz.

Dikkat ettiniz mi, bugün de aynısı yapılmak isteniyor. Bu ülkedeki Erdoğan düşmanları, dışarıyla işbirliği içinde sürekli yeni oyunlar sahnelemeye çalışıyorlar. Aradaki tek fark başaramamaları!
Akşam

"6-7 Eylül, Türkçü harekattır" -Yazar Nevzat Onaran, 6-7 Eylül 1955 tarihinde gayrimüslimlere dönük yaşanan ırkçı saldırıları yazdı. 6-7 Eylül herhangi bir gün değildir…Sonradan yarı ağızla reddeder gibi (Mehmet Arif Demirer, 1995) olsa da, iki ciltlik anılarında (Kastaş, 1999) Sabri Yirmibeşoğlu yine baklayı ağzından çıkardı ve daha sonra iş prensibini anlatırken, “Özel harpte bir kural vardır;


Fotoğraf: Irenyan/Wikimedia Commons (CC BY-SA 4.0)
6-7 Eylül, Türkçü harekattır
EVRENSEL GAZETESİ + E GAZETE
09 Eylül 2018 03:46

Yazar Nevzat Onaran, 6-7 Eylül 1955 tarihinde gayrimüslimlere dönük yaşanan ırkçı saldırıları yazdı.
Nevzat Onaran

nevzatonaran@gmail.com
6-7 Eylül herhangi bir gün değildir…
Türk milliyetçiliğinin asırlık ırkçı pratiğinde böylesi günler çoktur… Milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanın tasfiyesi, imhası ve asimilasyonu pratiğinde, İttihat ve Terakki’den CHP’ye, Demokrat Partiye (DP) ve bugünün AKP’sine süreklilik vardır.

Demokrasi söylemiyle 14 Mayıs 1950’de hükümet olan DP’nin iktidarda olduğu 1955’in 6-7 Eylül günlerinde İstanbul’da T.C. vatandaşı Rumların, Ermenilerin ve Yahudilerin önceden belirlenen binlerce işyerine, evine, dini kurumuna ve okuluna saldırıldı.

Belirlendiği kadarıyla dini kurumlar ile okul dışında Rumların 2 bin 500 işyeri ile 670 evi, Ermenilerin 1000 işyeri ile 150 evi ve Yahudilerin 500 işyeri ile 25 evi yağmalandı. 60’a yakın kadına tecavüz edildi, 600’e yakın kişi yaralandı ve 15 kişi öldü. Hasarını anlatabilene göre toplam zarar 31.5 milyon lira olup, bunun 6.5 milyonu karşılanabildi. (Fahri Çoker Arşivi ve Dilek Güven, 2005)… Ankara ve İzmir’de de saldırılar oldu. 6-7 eylül bu anlamda Türkiye çapında bir saldırı ve yağmaydı… 12 Eylül 1955’te Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü’nün saldırı ve yağmadan hükümetin haberdar olduğunu açıklaması, her şeyi daha anlaşılır kılmaktadır!

1914-1923 döneminde Anadolu fiilen Hristiyanlardan temizlenmişti. 1930’lardan itibaren köylerinde tek-tük kalan ve toprağından kopmayan Ermeniler, köyden kente göçe zorlandı. Bununla da kalınmadı sonrasında Ermeniler kentlerden İstanbul’a kovalandı ve İstanbul’da bulunanlar da dışarıya göçtü… Yahudiler de 1934’te Trakya’dan İstanbul’a kovalandı.

Böylesi asırlık ırkçı pratiğin sonucu olarak, Osmanlı’nın resmi nüfus verilerine göre 1914’te bugünkü T.C. sınırları içinde yüzde 20 olan Hıristiyan ve Musevi nüfus payı, 1927’de yüzde 2.8’e geriledi ve bugün binde 1 bile değil. 1927’deki yüzde 2.8’lik nüfus payı dahi korunmadı, neden? Bugün binde 1’in sığınma yeri de İstanbul yani Konstantinopolis… Bu mu, eşit T.C. vatandaşlığı?

Hıristiyan ve Musevilerin son limanı İstanbul da 1930’lardan itibaren hedefteydi. Tarih verildi, İstanbul’un önce Rumlardan, fethin 500’üncü yılında 1953’te (CHP Umumi İdare Heyeti Azası Kars Mebusu Cevat Dursunoğlu’nun 27.3.1944 tarihli raporu) ve ardından diğer Hristiyan milletlerden ve Yahudilerden temizlenmesi planının icrasıyla bugüne gelindi. Rumlar, artık binlerce yıllık toprağı Konstantinopolis’te yok olma noktasında, sırada diğerleri var…

‘Düşman’ görünen iki partinin ittifakı, CHP dillendirdi, DP ise icra etti…

6-7 Eylül’ün üç aktörü vardı: Devlet yani hükümet ile militarist teşkilatı kontrgerilla, basın ve sokaktaki güruhtur… Karikatürize ediyorum; hükümet planladı, basın pişirdi ve gürüh da yedi yani saldırdı ve yağmaladı… Sokaktaki güruhtan 5 bin 104 kişi tutuklandı ve bunların epey bir kısmı da sendikalı işçiydi.

6-7 Eylül, NATO’nun Türk kontrgerillasının bilinen ilk operasyonudur. 

Bizzat ‘taze emekli dört yıldızlı general’ açıkladı (Fatih Güllapoğlu, 1991) ve bir süre sonra bunun Özel Harpçi Sabri Yirmibeşoğlu olduğu ortaya çıktı. Fatih Güllapoğlu anlatmıştı (6 Aralık 2005), Sabri Yirmibeşoğlu ile görüşürken yanlarında Emin Çölaşan da varmış, yemiş-içmişler. Sonradan yarı ağızla reddeder gibi (Mehmet Arif Demirer, 1995) olsa da, iki ciltlik anılarında (Kastaş, 1999) Sabri Yirmibeşoğlu yine baklayı ağzından çıkardı ve daha sonra iş prensibini anlatırken, “Özel harpte bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz” dedi (23 Eylül 2010, ). Sabri Yirmibeşoğlu, o kadar “başarılı bulunur” ki 1971’de Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanı ve 1988-1990’da MGK Genel Sekreteridir. (23 Eylül 2010, http://www.haberturk.com/gundem/haber/554417-kibrista-cami-bile-yaktik).

6-7 Eylül’ün bahanesi Kıbrıs, ama Kıbrıs’ta da Sabri Yirmibeşoğlu’nun açıkladığı gibi nice provokasyonlar yapıldı. 1958’de Türk Enformasyon Bürosu bombalandı, itirafçısı Rauf Denk-taş’tır. 1962’de Bayraktar Camisinin bombalanmasının Türk provokasyonu olduğunu ortaya çıkaran Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan da 23 Nisan gecesi öldürüldü. (Niyazi Kızılyürek, 2002). Kıbrıs, Türk kontrgerillasının, yavrusu TMT ile nice işler çevirdiği yerdir...

6-7 Eylül’de basın önemli rol üstlendi. Başbakan Adnan Menderes, Londra’da Kıbrıs müzakeresini sürdüren Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun “Türk kamuoyunu zaptedemiyoruz, diyebilmeliyim şikâyetleri vardır” dediğini aktardığı ve görevlendirdiği Hikmet Bil, Hürriyet gazetesi çalışanı ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanıdır. 6 Eylül’de 13.30’da İstanbul Ekspres gazetesinin ikinci baskısında ‘Atamızın evi bomba ile hasara uğradı’ manşeti benzine kıvılcım olmuştur; plan böyledir. Hikmet Bil’e göre, evdeki hesap çarşıya uymamış[mış] ve İstanbul sokaklarında olaylar çığ gibi büyümüş[müş]. Tertibin detaylarını 1976’da ‘Kıbrıs Olayı ve İçyüzü’ kitabında bir bir yazan Hikmet Bil, Yassıada yargılamasında tanık olarak “Ne var ki, tertiplerini kontrol edemediler” diyecektir.

Hikmet Bil, 6-7 Eylül yağmasının en tepesindeki kişileri, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ile Başbakan Adnan Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik olarak sıraladı. Bayar, hayli deneyimlidir, 40 yıl önce İttihatçı olarak 1913-1914’te ‘Gavur İzmir’in Türkleştirilmesi harekatında ve 17 yıl önce de 1938’de CHP’nin Başbakanı olarak Dersim kırımında işbaşındadır…

6-7 Eylül saldırısının temel hedefi, T.C. vatandaşı Hıristiyan ve Musevilerin, demografik ve ekonomik yapıdan tasfiyesidir. ‘Can ve mal güvenliği’nin imhasıyla hedeflenen gerçekleştirildi. İstanbul’un binlerce yıllık emeği-kültürü berhava edilerek, bugünkü Türk-Sünni İslâm İstanbul var edildi!Son Düzenlenme Tarihi: 09 Eylül 2018 18:25
evrensel gazetesi: https://www.evrensel.net/haber/360908/6-7-eylul-turkcu-harekattir

7 Eylül 2018 Cuma

Yunan, Türkiye’yi teslim aldı Emin Pazarcı (AKŞAM; 07 Eylül 2018 Cuma) -Mehmet Arif Demirer ve rahmetli Mahmut Dikerdem gibi birkaç isim dışında olayın perde arkasını araştıran kimse çıkmadı!..

Yunan, Türkiye’yi teslim aldı!..

Emin Pazarcı
AKŞAM GAZETESİ
Ankara: 07 Eylül 2018 Cuma

Evet, operasyondu o. Yunan Derin Devleti’nin son derece planlı bir şekilde hazırladığı bir operasyondu. Başarıyla da sonuçlandı, Türkiye hemen teslim oldu, hatta planlı bir şekilde teslim alındı. Bugün bile acılarını çekiyoruz o gönüllü ve aptalca teslimiyetin.
6-7 Eylül Olayları’ndan bahsediyorum…
Üstelik, teslimiyet halen devam ediyor. 6-7 Eylüldenildiğinde başımızı öne eğiyoruz. FETÖ’cü Zaman Gazetesi’nde Mümtazer Türköne ne yazmışsa, biz de onu söylüyoruz:
“İstanbul’da, Ermeni ve Yahudilerin dükkânları, evleri, okulları ve mabetleri tahrip edildi, yağmalandı. Savaş gibi bir yıkım yaşandı.”
Oysa, o olay Yunan Derin Devleti’nin arkasına batılı bazı güçleri de alarak, bize karşı çektiği bir operasyondu. İçeride de sağlam destekçileri vardı.
***
Aradan tam 63 yıl geçti…
Mehmet Arif Demirer ve rahmetli Mahmut Dikerdem gibi birkaç isim dışında olayın perde arkasını araştıran kimse çıkmadı. Üzerimize vurulan damgayı silmek için çaba göstermeden bugünlere geldik.
Bakın, o büyük operasyon neydi ve arkasında kimler vardı…

29 Ağustos-8 Eylül 1955’te, Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı Kıbrıs Konferansı toplanmıştı. Orada Lozan Barış Antlaşması’na dayanan Türk Tezi etkili olmuş, Yunan Heyeti panik halinde talimat almak için Atina’ya dönmüştü.
Lozan’da Türkiye, Kıbrıs Adası üzerindeki egemenliğini İngiltere’ye bırakmıştı. Belgenin altında Türkiye ve İngiltere’nin imzası vardı. Dolayısıyla, Yunanistan Kıbrıs konusunda taraf değildi. İngiltere, Kıbrıs üzerindeki haklarından kısmen veya tamamen vazgeçerse, Ada bize bırakılmalıydı.
Sıkışan Yunan Derin Devleti, hemen mesaiye başladı. 5 Eylül gecesi Selanik’teki Atatürk Müzesi’nde bir bomba patlattı. Doğal olarak Türkiye sert tepki gösterdi. Türk Heyet Başkanı Fatin Rüştü Zorlu, Londra’da Yunanistan’ı suçlayan bir açıklama yaptı. 6 Eylül’de de tepki olarak İstanbul’daki olaylar patladı. İlginçtir, 7 Eylül günü konferansta konuşan Yunan Dışişleri Bakanı, olayları duymamış gibi davrandı. Tek kelime bile etmedi. Çünkü, Türkiye operasyonun farkındaydı. Fatin Rüştü Zorlu, 7 Eylül akşamı Londra’da otelde bekleyen Yunan gazetecilere aynen şöyle dedi:
“Bütün bu işlerde failler ve suçlular sizsiniz.”
Yunanistan, o kargaşa arasında Türk Tezi’nin kabul görerek, Kıbrıs konusunda “taraf olmadığının” ilanını önledi ve Londra Konferansı, sonuç bildirisi bile yayımlamadan dağıldı.
İstanbul’daki 6 Eylül olayları ile baskı altına alınan Türkiye tezinde direnemedi ve operasyonun ilk ayağı başarıyla sonuçlandı.
***
Bu arada, eş zamanlı olarak “6 Eylül utancını Türkiye’nin üzerine yıkma operasyonu” yürütüldü…
Orada da Türk Basını ve Türk Yargısı kullanıldı.
Fatin Rüştü Zorlu’nun, İstanbul’daki 6 Eylül Olaylarında Yunanlıların parmağı olduğuna ilişkin sözleri görmezlikten gelindi. Sadece 9 Eylül tarihli Vatan Gazetesi’nde yer aldı.

Yayını; Yazı ve Belgeleri Görmek İçin
Sitenin DERGİLER Sayfasını Tık'layın.

Selanik’teki bomba olayı ise, özellikle Gökşin Sipahioğlu’nun Yazı İşleri Müdürü olduğu İstanbul Ekspres’in “ikinci baskısı” ile alabildiğine köpürtüldü ve kitleler tahrik edildi. İlginçtir, olaylar sırasında cüzi bir maaşla gazetecilik yapan Sipahioğlu, kısa süre sonra Fransa’da büyük bir haber ajansı olan Sıpa Press’in sahibi oldu!
6 Eylül’de sadece 4 saat süren olaylar, gazetelerde 2 gün sürmüş gibi verildi. Patrikhane ve Yunan Başkonsolosluğu çok sıkı korunmasına rağmen, oralara saldırıldığı haberleri yayımlandı.
Asıl ihanet, 1960 Darbecilerinin kurduğu Yassıada Mahkemesi’nden geldi. Menderes ve Zorlu’ya duyduğu kinle tutuşan Fuat Köprülü, Yunanistan ve Rumların iddialarını mahkemeye taşıdı. “Ata’nın Selanik’teki evini Menderes Bombalattı, 6-7 Eylül Olaylarını O düzenletti” ihbarında bulundu.
Yassıada Mahkemesi, bir hukuk skandalına imza atıp, 5 Ocak 1961’de, “6-7 Eylül Olaylarını T.C Dışişleri Bakanı ile T.C Başbakanının tertiplediğine” karar verdi. İhbarcı Fuat Köprülü de oğlu Orhan Köprülü, Devlet Başkanlığı kontenjanından Kurucu Meclis Üyeliğine atanarak ödüllendirildi. Hem de 27 Mayıs Darbesi sırasında DP İstanbul İl Başkanı olmasına rağmen!
"Kemalist-Demokrat TÜRKİYE Dergisi" (Bütün Gerçekler ve Bilinmeyenler Burada)
6-7 Eylül ihanetinin hikâyesi budur işte.
Türkiye, kin ve düşmanlık, darbecilerin öç alma duyguları, menfaat, yabancılara yaranmak gibi sebeplerle Yunan Hançerini kendi bağrına sapladı. O ihanetin acılarını 63 yıldır millet olarak çekiyoruz biz.
Dikkat ettiniz mi, bugün de aynısı yapılmak isteniyor. Bu ülkedeki Erdoğan düşmanları, dışarıyla işbirliği içinde sürekli yeni oyunlar sahnelemeye çalışıyorlar. Aradaki tek fark başaramamaları!